Söyleşi: Sandwitch Shop
“Benim için mutlu bir gün uyuduğum, iyi bir kahve içtiğim, ailemle yürüyüşe çıktığım ve sandviç yediğim gündür. Basit bir hayat istiyorum ve bu şekilde yaşamak için elimden geleni yapıyorum..."
Hayatımı her an yazılmaya devam eden bir kitap olarak düşünmekten hoşlanıyorum. Soluk yeşil ciltli, içi uzun ve duygusal manzara betimlemeleriyle dolu, kalın bir kitap… Manzara betimlemeleri, çünkü hayatımın büyük bir kısmını güzel bir manzaraya karşı düşüncelere dalarak geçirmişim gibi hissediyorum.
Gözlemci ve içedönük karakterim beni ‘çılgın kalabalıktan uzakta’ tek başıma olmaya itti hep. Kendi kendimi oyalayabilmeyi çok küçük yaşta öğrendim. Bu da aslında kitapları ve müziği çok sevmekten başka bir şey değildi.
Yine de, küçükken ümitsizce arkadaş - ve bazen de sevgili – olmak istediğim varlıklar olmadı değil. Ancak bunlar tabii ki kurgusal varlıklardı. Küçük Prens’le ıssız bir gezegende sonsuza dek mutlu yaşamak istemiştim, mesela. E.T. ile bir bisikletin üzerinde galaksiyi gezmek… Ya da Charlie Brown ile pazar sabahları beyzbol oynamak. Snoopy benim köpeğim olsaydı, dünyanın en mutlu küçük kızı olurdum; bundan emindim.
Sonra ne mi oldu? Büyüdüm ve bu kurgusal varlıkların yerini rock müzisyenleri aldı. Artık ıssız bir gezegende birlikte yaşamak istediğim kişi Küçük Prens değil, The Cure grubunun solisti Robert Smith’ti.
Yine de hiç unutmadım onları. Onlara olan sevgimi bir tılsım gibi hep yanımda taşıdım. Geçtiğimiz yıllarda karikatürlerinde bu karakterleri (geçmişimin hayali arkadaşlarını) sevdiğim müzisyenlerin yazdığı şarkı sözleriyle harmanlayan Sandwitch Shop’u (gerçek adıyla Katie Rineer’i) keşfettiğimde ise doğal olarak havalara uçtum. Onun sihirli dünyasına daldım ve bir daha hiç çıkamadım.
Bu yüzden sizi de Katie ile tanıştırmak istedim ve onunla hayat, müzik ve Snoopy üzerine sohbet etmeye koyuldum. İçinde Charlie Brown’dan bir parça taşıyan tüm melankoliklere bu sohbetin iyi geleceğini umuyorum.
Merhaba, Katie! Seninle tanıştığım için çok mutluyum! Karikatürlerin uzun zamandır hayatımda önemli bir yer tutuyor. Onlarda kendimi buluyorum. Bana ilkokulda defterlerime Charlie Brown çizdiğim günleri hatırlatıyorlar. Onu çok sever, onunla arkadaş olduğumu hayal ederdim. Ya sen? İlk Peanuts figürünü ne zaman çizdin ve o senin için ne ifade ediyor?
Merhaba Zeynep! Seninle tanıştığıma çok sevindim ve bana ulaştığın için teşekkür ederim! Giriş yazını okumaktan keyif aldım. Görünüşe göre bazı yönlerden birbirimize benziyoruz. Peanuts çizmeye tam olarak ne zaman başladığımı bilemiyorum... Çocukken çizdiğime eminim, çünkü en sevdiğim çizgi filmleri çizmeye meraklıydım (ve pek bir şey değişmedi!). Ama çizgi film karakterleri ile şarkı sözlerini bir araya getirmeye 2020 yılının ortalarında başladım. Sanırım ilk yaptığım Kurbağa ve Murbağa ile bir The Beach Boys şarkısı olan I Just Wasn't Made For These Times’ı birleştirmek oldu. Peanuts’ı hep sevdim ve bu mashup'ları yapmaya devam ettikçe doğal olarak onlara yöneldim. Onlarla özdeşleşmesi çok kolay. Tıpkı şarkı sözleri gibi... Bu yüzden ikisini birleştirmek çok mantıklıydı.
Peanuts demişken… İçimde bir Charlie Brown yaşıyor. Daima şanssız ve üzgün… Aynı zamanda, içimde bir Snoopy yaşıyor. Hep şanslı, kendini beğenmiş ve her zaman neşeli. Ben ikisinin tuhaf bir karışımıyım. Senin kendini bulduğun Peanuts karakteri hangisi?
Ben Peppermint Patty ve Marci'nin bir karışımı olduğumu söyleyebilirim. Peppermint Patty kadar gürültücü değilim ama kesinlikle safım. Her şeye gerçekten utanç verici bir şekilde inanıyorum... Bunu kabullenmeye başladım ama bazen kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oluyor. Ayrıca, sporu seviyorum ve Patty gibi sporda iyiyim. Sık sık şaka yollu olarak (ama ciddiyim) hayatta iyi olduğumu bildiğim tek şeyin spor olduğunu söylerim. Sporun finalini seviyorum... Sporda ya kazanırsın ya kaybedersin, top içeri girer ya da ıskalarsın. Kaybetmeyi kabul etmelisin! Ama iş mizaca gelince daha çok Marci olduğumu söyleyebilirim. Ben de insanlar için takma isimler kullanmayı seviyorum.
E.T. çizimlerini çok seviyorum. Çocukken E.T.’ye bayılırdım. Tıpkı onun gibi, ben de bu dünyada ümitsizce bir yere ait olmaya çalışıyordum. Ve tıpkı onun gibi, evimdeyken bile evimi özlüyordum. E.T. senin hayatında nasıl bir yer kaplıyor?
E.T. hayal gücümü bu dünyanın dışındaki hayata açtı. Babamın, sık sık uzaylılar hakkında yazıp çizdiğim için, çocukken uzaylılar tarafından kaçırıldığıma dair bir teorisi var. E.T.'nin çocukken (ve şimdi bir yetişkin olarak) bilimkurgu ve fantastik kitapları sevmeme yol açtığını düşünüyorum. Onlarda bir şey var... Yeni dünyalar ve yaşam biçimleri hayal edip bunları kendinize uygulayabiliyorsunuz. İnsanlık durumu sınırlayıcıdır ve bilimkurgu sizi bu sınırlı var olma/düşünme biçiminden çıkarır. Aynı zamanda düşünme, olma ve hayal etme biçiminizde sonsuz olasılıklar açar. Hayal edebileceğimizden çok daha fazlasını yapabiliriz!
Müzik – sanırım gerçek anlamıyla – hayatımı kurtardı. Sen ‘ciddi biçimde’ müzik dinlemeye ne zaman ve nasıl başladın?
Oooooooo, güzel soru! Annem Billy Joel'in River of Dreams kasetini aldığında muhtemelen 7 yaşlarındaydım ve o albümdeki bazı şarkıları sevdiğime dair canlı anılarım var. Kasetin öbür yüzünün çevrilmesini heyecanla beklerdim. Michael Jackson'ın Bad şarkısı da o zamanlar radarımdaydı. Annemin çok şirin sarı bir Nissan'ı vardı... Kardeşim koltuğunun arkasını kalemle karalamıştı... Bunlar benim o günlere dair anılarım. Neredeyse o arabanın kokusunu alabiliyorum. Ancak yıllar sonra internetin patlaması ve yasadışı indirme platformlarının kullanılabilir hale gelmesiyle kendi başıma müzik aramaya başladım. Napster'dan Built To Spill'in Strange şarkısını indirdim ve sonra sevdiğim yeni müzikleri bulmaya çalışmaktan asla vazgeçmedim! O şarkı benim DNA'mı değiştirdi...
Bu sabah, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Michael Hurley’i dinledim. Hem de saatlerce… Onu senin de çok sevdiğini biliyorum. Çizimleri, müziği ve yaşamıyla çok ilham verici biriydi. Onun hakkında bir şeyler söylemek ister misin?
O muhteşemdir. Müziğini dinlediğimde gerçekten sonik bir eve gidiyormuşum gibi hissediyorum... Büyünün kaynağını tespit etmek zor. O kendi dünyasındaydı ve bunu müziğe ve sanata çok saf bir şekilde aktarma yeteneğine sahipti. Tam bir ilham kaynağıydı. Civarda çaldığını duyduğum her seferinde konserine giderdim... Bazen çok yakın bir yerde çalmıyorsa bile bu konseri bahane edip küçük bir seyahate çıkardım. Nelsonville Müzik Festivali’nde tanıştık ve bana numarasını verdi. Bir ayrılığın tam ortasındaydım ve menteşelerimden kopmuş, çıldırmıştım. O yaz onu aradım. Annemle dondurma almaya gittiğimde beni geri aradığını hatırlıyorum. Birkaç kez sohbet ettik... Bruce Springsteen’in Atlantic City şarkısını söylediği ve Springsteen’in müziğini sevmediğini ama bu şarkıyı sevdiğini itiraf ettiği harika bir sesli mesajım var. “Now baby everything dies, baby, that’s a fact / but maybe everything that dies someday comes back.” (Bebeğim, her şey ölür, bebeğim, bu bir gerçek / ama belki ölen her şey bir gün geri gelir.) Unutulmaz derecede güzel.
Sanatına baktığımda, melankoli ile komedinin bir arada var olduğunu görüyorum; bu da çizimlerine ‘çocuksu bir olgunluk’ katıyor. Mutsuz ve her daim kaygılı yetişkinler olarak, bunun tam da ihtiyacımız olan şey olduğunu düşünüyorum. Senin sanatın dünyaya güzellik katıyor. Peki, senin dünyana kimler güzellik katıyor?
Bunu söylediğin için teşekkür ederim! Bir kere, oğlum ve onun beyninin düşünme şekli. Onun henüz toplum tarafından beyni yıkanmadı. Çizimlerine bayılıyorum... Çocuk sanatı en iyisi. DIY (kendin yap), çünkü burada her şey bir tutku ve yaratma arzusuyla yapılıyor. Sonra… Yabancıların birbirlerine iyi davrandıklarına ve birbirleriyle ilgilendiklerine tanık olmak. Bir şeyler aynı hizaya geldiğinde fark etmek! Hayvanlar, bitkiler, su, doğa. bitpazarları ve junk şeyler... Ayrıca bir şeyleri tamir etmeyi ve onarmayı seviyorum. Tabii, bir de yaşlı insanları ve bebekleri. Ve outsider müziği ve sanatı.
Snoopy mi, Garfield mı?
Ha ha ha! Bu soruya cevap vermem imkânsız!
The Beatles mı, The Rolling Stones mu? (Sanırım cevabı zaten biliyorum!)
Zaten biliyorsun: THE KINKS! Bunu söyleyerek birçok insanı kızdırdım ve birçok insan da bana katıldı. Ortalığı karıştıracak cevapları severim ama nadiren kendim cevap veririm. İçinde KARDEŞLER olan ve bu kardeşlerin birbirlerinden nefret ettikleri gruplara bayıldığımı fark ediyorum: The Kinks, Oasis, The Replacements. Belki de birlikte büyüdüğünüz biriyle müzik yaptığınızda ortaya çıkan bir sihir vardır???
İlham aldığım bir başka isim olan Daniel Johnston kendi dünyasında yaşıyor, çizimler yapıyor ve şarkılar yazıyordu. Bazen kendimi ona çok yakın hissediyorum. Johnston büyük kitlelere ulaşmayı sanırım hiç önemsemiyordu. Tıpkı Stone Arabia romanının kahramanı gibi… Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Sanat yerine bol bol içerik üretilen bu renksiz zamanlarda, kendi küçük dünyasında yazıp çizen insanlar, büyümeyi hedeflemeksizin mutlu olabilirler mi?
Daniel Johnston çok güzel bir insan. Tıpkı Michael Hurley gibi, onun da müziği ile sanatı birbirini tamamlıyor; çünkü işin içinde bir ifade saflığı ve dürüstlüğü var. Kesinlikle müzik yapmaktan zevk alıyor ve müzik yapmak için içinde bir dürtü duyuyor... Sanki müzik onun içinden akıyor ve o bunu gerçekten kontrol edemiyor. Kayıtları bu yüzden çok samimi... Bir güç gibi ve içinde çok fazla duygu var... Bu benim gözlerimin dolmasına sebep oluyor. Bir şeyleri tek seferde yaratmak ilginç, çünkü bana tam da böyle bir his veriyor... Tek seferde yaratılmış gibi. Bu dolaysızlık ve ifade etme tutkusu hiçbir şeye benzemiyor. Tabii, sen de bir dinleyici veya izleyici olarak bunu hissediyor ve onunla bağ kuruyorsun! İnsanların kendi küçük dünyalarında mutlu olabileceklerine kesinlikle inanıyorum. Keşke daha fazla insan da buna inansa, çünkü tüm bu içerik üretimleri artık kabak tadı veriyor.
Nasıl bir çocuktun? En sevdiğin kitap hangisiydi? Sanat senin için bir teselli miydi, yoksa eğlence mi?
Annem her zaman kendi dünyamda yaşadığımı söyler. Ev video’larımızda beni hayal kurarken ya da bir toprak yığınının içinde kaybolurken görebilirsiniz. Biri adımı 4 kez söyleyene kadar asla dikkat etmezdim. Okulda çok utangaç ve sessiz bir çocuktum ama evde biz (ben ve kardeşlerim) her gün dışarıda, ormanda oynardık. Çocukluğumu yaşadığım için şanslıyım. Çok fazla özgürlük ve gezip tozma imkânımız vardı. Küçükken hevesli bir okuyucuydum ve Roald Dahl'ın her şeyine tamamen takıntılıydım. Geçenlerde Cadılar’ı izledim ve hâlâ ÇOK İYİ olduğunu söyleyebilirim. Çocukken çok fazla sanat yapmadım, video oyunları oynamakla meşguldüm (Ghouls and Ghosts favorimdi), spor yapıyordum, okuyordum, havuza ve oyun alanına gidiyordum, tonlarca slushie içiyordum. Ve eğer çiziyorsam, bunu sadece eğlenmek için yapıyordum.
Mutluluk tanımın nedir? Mutlu bir gününü tarif eder misin? Ve o mutlu günün soundtrack’ini?
Ooo, ne soru ama! Mutluluk her yerde sevgiyi görmek, hissetmek ve onun bir parçası olduğunuzu fark etmek; memnun hissetmek, size ilham veren küçük şeyleri fark etmektir. Aynı zamanda verebilmek, beklenti içinde olmamak, sadece var olmaktır. Benim için mutlu bir gün uyuduğum, iyi bir kahve içtiğim, ailemle yürüyüşe çıktığım ve sandviç yediğim gündür. Basit bir hayat istiyorum ve bu şekilde yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Film müziğime gelince… Kesinlikle kuş cıvıltıları ve doğanın sesleri olurdu.
Çizerken neler dinliyorsun? En çok sevdiğin ve çizimlerinde kullanmaktan hoşlandığın şarkı hangisi?
Çoğu zaman sessizlik içinde çalışıyorum. Bazen radyoyu açıyorum. Çizimlerimde en çok kullandığım şarkının Talking Heads'in Naive Melody şarkısı olduğunu sanıyorum.
Son olarak, Patti Kahve Yapıyor okurları için minik bir çalma listesi yapar mısın?
1- Flora, Hiroshi Yoshimura
2- Left of the Dial, The Replacements
3- Sorrow Is My Name, Connie Converse
4- Cut From Toxic Cloth, @
5- Step Into The Light, Archers of Loaf
6- The Rule, Nielsen Family Band
Cevapların için teşekkür ederim!